Antakyalı yönetmen Aktepe’nin yönettiği film, bölgenin yıkımdan önceki son halini yansıtıyor

Antakya’yı, sinema yolculuğunu ve gösterge bilimin ışığında ilerleyen bir anlatımıyla ön plana çıkan “Çember” filmini, Aktepe ile konuştuk.

KAPİTALİZM VE YABANCILAŞMA

-Bir apartman, üç daire, üç farklı karakter. Ve bu “çember”e dahil olup, insanların yaşamlarını güzelleştiren “Aziz”… “Çember”in hikâyesini, yaratıcısına sorsak, neler söyler bize?

Aslında yazar Aziz karakteri, Antakyasına yaralı bir şekilde, belki de son günlerini geçirmek için dönüyor. Kapitalist sistemin yarattığı yabancılaşma duygusunu, apartman sakinlerinde iliklerine kadar hissediyor. Yaptığı tek şey, Antakya’nın büyülü sokaklarının iyileştirici gücünü de içinde hissederek, apartman sakinlerinin kendilerinden bile sakladıkları insani duygularla yüzleşmelerini sağlamak oluyor.

Senaryonun naifliği, gösterge bilimi kullanarak nesneler üzerinden simgesel bir anlatım yoluna başvurulmasıdır. İnsanları küçük dokunuşlarla iyileştirme duygusu, insanın kendisine de iyi gelen bir şey olsa gerek.

-Filmin senaristi Ferhat Zidani. Hikâye ona mi ait? yoksa senaryoya uyarlayan kişi o mu?

Hikâye, Yunus Yunusoğlu’na ait. Karakterlerin derinleştirilmesi, dönüşümleri, içsel çatışmalar ve simgesel anlatımlar senaryo sürecinde ete kemiğe büründü.

‘MASALSI ANTAKYA’

-Filme ruhunu veren şehre, Hatay, Antakya’ya gelelim. Yanılmıyorsam, o kara geceden önce çekilen, kenti yıkımdan önce gördüğümüz son filim olabilir… Bu size ne hissettiriyor?

Anlık bir aralıkta, 65 saniyede hayatlarımızı, hayallerimizi, geçmişimizi, geleceğimizi, sevdiklerimizi, umutlarımızı ve hayallerimizi kaybettik. Zihnimdeki görüntüler, kulağımdaki çaresizlik sesleri, hâlâ her saniyesi aklımda. Deprem sonrası durgunlaşıp, sesim titreyerek ağlamak ve çaresiz bir şekilde hiçbir şey yapamamak… Acısı tarifsiz bu hisleri sizlere aktaramam. Bize yaşatılan acılar ve çaresizlik hâlâ zihnimde. Çok üzgün ve çok öfkeliyim. Hiçbir sokağında kendimizi yalnız hissetmediğimiz şehirde, şu an her yer belirsiz, ürperten kocaman bir boşluk var. Normalleştirilemeyecek türden büyük boşluklarla dolu hiçliğin ağır psikolojisi hâkim. Antakya kaderine terk edilmiş. Hâlâ kalbimiz sıkışıyor, hâlâ aklımız bulanık. Yaralar hâlâ çok taze, acımız çok derin. Yıllarca sürecek bir acı ve toparlanma sürecimiz olacak. Herkes gibi her şeyimizi kaybettik. Elimde kalan tek şey filmimdi. 6 Şubat’ta olanları ve kaybettiklerimizi biliyorsunuz. 6 Şubat sonrasını konuşacak olursak, savrulduk, yaşama direniyoruz ve bir milyon parça halindeyiz.

Hayatımızın, şehrimizin hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağı gerçeği, her an suratıma tokat gibi çarpıyor. Hissettiğim duygu, artık olmayan, kaybolan ve giden şeylere özlem oluyor. Yaşamla bağımız kökünden değişmiş gibi hissediyorum. İnsan ne yaparsa yapsın anılarından uzaklaşmıyor.

Bu filmde, 6 Şubat’tan önce olan Antakya‘daki gündelik hayatın nasıl olduğunu gösteriyorum. Çember bizlere, deprem öncesinin şiirsel, masalsı ve büyülü Antakyası’nı sunuyor. Filmi izleyenler, Antakya’nın masalsı ve anımsatıcı dokusunu tüm güzelliği ve kuşatıcılığıyla hissedecekler.

Her şeyi çok özledim. Şuan eskiye bakıp söylediğim tek şey, “biz çok mutluyduk”. Bizim iyi bir hayatımız vardı. Benim filmde göstermek istediğim şey, tamamen 6 Şubat’tan önceki Antakya. Çember, Antakya için artık bir hafıza parçası, bir sanat arşivi. Gelecek kuşaklar için çok önemli bir miras oldu. Çember, aynı zamanda benim Antakya’ya bir mektubumdur.

Ben bu filmi, Türkiye’nin herhangi bir yerinde de çekebilirdim. Fakat Antakya’nın dokusunu ve ruhunu ölümsüzleştirmek adına inatla Antakya’yı tercih ettim.

Gördüklerim, tanıdıklarım hikâyelerine dokunduğum insanlar. Beni bir sinemacı olma yolunda şekillendiren, yıllar geçse bile içime dokunmaya devam eden, ruhuma temas eden mekanlar, unutulsun istemiyorum. Hep hatıralarımda kalsın istiyorum. İleride bir gün bu filmi açıp izleyenlerin yüzlerinde buruk bir tebessümle, az da olsa Antakya’yı görmeleri gururunu, kırık kalbimde yaşıyorum. Yüreklere dokunabilmişsek ne âlâ.

Film sonrası konuştuğum birçok kişiden hareketle de söylüyorum, filmde özlediğimiz o kadar çok şey varmış ki. Mesela kimisi en çok dar sokaklarda yürümeyi, kimisi Saray Caddesi’ni, kimisi ışıltılı beyaz köprüyü çok özledi.

3 Aralık’ta, olağanüstü bir katılımla Kadıköy Sineması’nda filmimizi göstermiştik. Film sonrası konuşmalarda sevgili Ali Çerkezoğlu şu sözleri söylemişti: “Antakya yıkıldı diyorlar, Antakya binalardan ibaret mi ki yıkılsın? Antakya işte bu film, buradaki insanlar.” Bu cümlelerin olduğu yerde, umut kesilir mi? Sanat iyi ki var, Antakya iyi ki var. Antakya iyileşecek.

‘FEYRUZ BİZİ İYİLEŞTİRİYOR’ 

-Filmin tam ortasında, Feyruz’dan dinlemeye aşina olduğumuz “Lamma Bada Yatathanna” ezgisini duyuyoruz. Biraz daha çekiyor bizi film Antakya’ya.

Bizim coğrafyada, Antakya’da Feyruz dinlemeden büyümez çocuklar. Umudun, direnişin ve aşkın sanatçısıdır kendisi. Hepimiz Feyruz aşığıyızdır. Hepimizin dert ortağıdır Feyruz. Her anımda yanımda olan bir sanatçı. Her duyguma ortak olan şarkılarıyla, beni hayatta tutan kadın. Büyülü bir sesi var. Yersiz acılarımı unutturan, içimi sanatla dolduran büyülü bir ses, bir şifa. İyileştiriyor bizleri. Filmde ışıltılı bir şekilde Antakya’nın simge yerleri olan beyaz köprüde cıvıl cıvıl insanlar yürürken, çocuklar top oynarken, bir karakter yeşil nohutunu alırken, yaşamın olduğunu da anlattığımız sahnelerde, sokak gürültüsü ile sözsüz bir şekilde müziği, bir diyalogmuş gibi kullanmak istedik. Benim için Feyruz, şarkı sözleriyle dokunduğu kalpler ve müziğindeki derin duygusal ifadeleriyle, sadece bir şarkıcı olmanın ötesinde. Finalde ise, Candan Erçetin’in deprem sonrası en çok dinlediğimiz, bizi anlatan, derdimizi, yakınma ve isyan etme gibi duygularla kendimizi sorgulatan şarkısı olan “Ben Kimim” ile bitmesi, izleyicinin boğazında koskoca bir düğüm bırakıyor. Filmimiz Çember’e, gerek eseriyle, gerek sesiyle ve yüreğiyle sağladığı destek ve değerli katkılarından dolayı, Sayın Candan Erçetin ve menajeri Deniz Toprak’a, tüm ekip arkadaşlarım adına sonsuz şükranlarımı sunarım.

-Film Antakya’da iki farklı yerde gösterildi. Film başka nerelerde gösterilecek?

Çember, prömiyerini kasım ayında Ankara Film Festivali’nde yaptı. Daha sonrasında bir çok festivalde gösterildi, festival süreçleri devam ediyor. Elbette Kadıköy Sineması ve Beyoğlu Sineması başta olmak üzere, Antalya, Mersin, Manisa ve Kocaeli’nde gösterildi. Son olarak Antakyası’nda gösterildi. Şu anda 28 Haziran’da İzmir Uğur Mumcu Kültür ve Sanat Merkezi’nde gösterilecek. Temmuz ayında ise Rize, Silifke ve Mersin’de olacak. Antakya’nın belirli bölgelerinde ise gösterimler devam edecek. Eylül ayında yurt dışında olacak. Filmi gösterebileceğimiz her yerde göstermek istiyoruz. 21 dakikalık filmi izlemek için toplanmıyoruz sadece. Birbirimize iyi gelmek, sarılmak, dostlarımızı görmek için de buluşuyoruz. Şimdiye kadar Antakyalıyı ve Antakya sevenleri bir araya getirmeyi başardık. Gösterime katılan ve hep birlikte yaşamı umutla, yeniden kurma çabamıza katkıda bulunan herkese sonsuz teşekkürler! Tüm kalbiyle ve enerjisiyle kendini bu filme adayan ekip arkadaşlarıma ve oyuncu dostlarımıza teşekkür ederim.

‘HAYALLERİNİ SATMAYANLARIN BELGESELİ’

-“Çember” sizin ilk projeniz değil. Gezi direnişini anlattığınız “Direnen Sevgi” belgeseli ile Arapça uzun metraj iki filminiz var. Bundan sonraki çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz? Uzun metraj, kısa metraj, Arapça, Türkçe…

Hayatım boyunca heyecanla, gurur duyarak çektiğim “Direnen Sevgi”, hayallerini satmayan insanların belgeselidir. Direnirken bir elimizde kamera, bütün olup bitenleri kaydetmiş ve bir belgesele dönüştürerek tarihe not düşmüştük. Tüm çapulculara selam olsun! Gezinin kalbidir Armutlu. Aynı zamanda yıkımın en çok yaşandığı mahallelerden biri de olan Armutlu hep vardı, hep var olacak! Ruhu asla ölmeyecek. Kaybettiklerimize bir sözümüz var! Bir dili gelecek kuşaklara aktarma çabasıyla, kendi dilimizde, kendi çabalarımızla çektiğimiz eğlenceli filmlerimiz Arapça dilinde. Tabi ki çalışmalarımız var, şu anda bir senaryo üzerine çalışıyoruz. Antakya’nın kanayan yarası, Arabistan’da işçi olmakla alakalı. Belirli şartlar ve bütçe bulunursa en kısa zamanda çekmek istiyorum bu filmi. Bir komedi filmi görüşmemiz var. Mario Levi’nin  kitabında bir cümle geçiyor: “Hatırla… Bir daha hatırla… Bu tarih senin vicdanındı. Bu iklim, kaybettirdikleri, yaraladıkları, sürdükleri ve dönemeyenleriyle seni büyüten iklim. Bu şehirde doğdun, sen de bu şehirde öleceksin.” Ben bu cümleyi kabul ettim ve  sinema yolumda her daim Antakya hikâyelerim öncelikli olacak. ??Antakya, tarihi, kültürel dokusu ve mozaiği açısından oldukça zengin bir kent. Bu nedenle, Antakya ile ilgili her daim bir şeyler üretmeye devam edeceğim. 

“Kalanları unutmama umuduyla.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

x